23 Aralık 2011

Harun Yavruoğlu makaleler


Mösyö Nicolas
Fransa denince:
Çağ değiştiren, kilisenin tahakkümüne karşı çıkan o meşhur
özgürlükçü Fransız ihtilalı gelir aklıma...
***
Fransa denince:
Moda gelir…
Paris gelir...
Eiffel kulesi gelir…
Victor Hugo:
“Sefiller” romanı ve “Tanrı” şiiri gelir aklıma…
***
Fransa denince aklıma:
Brigitte Bardot, 
Jean Paul Belmondo,
Alain Delon,
Fransız öpücüğü,
Last Tango In Paris gelir…
***
Fransa denince aklıma
Urfa gelir…
Sütçü imam ve
Ülkemi işgali gelir...
Ayetullah Humeyni, şimdiki İran gelir…
***
Fransa denince:
Ülkemin içişlerine sürekli karışan bozguncu Midderantlar…
Kışkırtılan Leyla Zana’lar…
Muhalif deyu kucak açılan Yılmaz Güney’ler…
Ahmet Kaya’lar gelir aklıma…
***
Fransa denince:
Ermenistan’ın akıl hocası ve de
siyasi ve silahlı kışkırtıcısı…
Öldürülen onca Türk büyükelçileri…
Kanlı Orly Havaalanı…
Kısacası münafığın Frenkçesi Fransa gelir aklıma…
***
Fransa denince:
Atalarım Osmanlıdan yardım dilenen Fransuva…
Cihan imparatoru Kanuni…
Türk Deniz kahramanı Barbaros Hayrettin Paşa
ve 1543 yılında zavallı Fransuva’nın, Tulon'da  kurtarılışı gelir aklıma…
***
İşte bu yüzden Fransa denince:
Vefasız bir millet…
Milletimi aşağılayan, çelmeleyen bir kıytırık medeniyet…
Ve her yanı oynak çikletçi bir Sarkozy gelir aklıma…
***
Oysa bu aziz ülkem:
Her daim sözde dost Fransa’yı rehber edinmişti.
Bu ülkenin:
Yontusunu…
Şiirini…
Plastik sanatlarını…
Balesini…
Orasını, burasını, operasını dahası her türlü sanatını sevmişti…
Kaşığını, bıçağını sevmişti...
Hatta dilini sevmiş okullarında zorunlu ders olarak da okutmuştu…
***
Bu muhasır olmaktan çok, muhasaracı medeniyet,
Bu sömürgeci, bu kibir budalası zihniyet,
Yaratılanı severim yaratandan ötürü” diyen bir milleti
 bir koltuk uğruna nasıl da utanmadan “katil” ilan edebilmektedir.
Pes doğrusu…





16 Ekim 2011

Ben - harun yavruoğlu


Maalesef hala en iyi şiiri yazmayı beceremedim…
Ve hala en iyi karikatürü çizemedim…
En iyi makaleyi de kaleme alamayışım nedeniyle olacak ki;
hiçbir zaman “ben, hep ben…” diyemedim…

Hiçbir zaman hiç kimseye yalaka olmadım…
Hiçbir zaman yalan konuşmadım, iftira atmadım…
Hiçbir zaman büyüklerime saygısızlık, küçüklerime kurnazlık yapmadım…
Hiçbir zaman kimsenin hakkına tecavüz etmedim...
Karikatürünü veya şiirini veya başka bir eserini kısmen veya tamamen kopyalayıp sahiplenmedim…
Hiçbir zaman kimsenin sırlarını deşifre etmedim. Ki, düşmanım bile olsa yapmadım...
Şartlar ve ortam gereği eleştirdiklerimi dahi arkasından konuşuyorum durumu olmasın diye “ilgilisine söylenmesini” özellikle istedim…
Hiçbir zaman hiç kimseye yük olmadım. Ya da olmamaya çalıştım...
Ve de hiç kimseye “sana vaktiyle şu iyiliği yapmıştım Sırtımda taşımıştım” şeklinde sitemler de etmedim...
Hiç kimseyi “ileride menfaati olur” diye sevmedim.  Sevmişsem; karşılıksız, çıkarsız ve umarsız sevdim...
Hiçbir zaman dostlarımı menfaatlerim uğruna da satmadım...
Hiçbir zaman lafla peynir gemisi yürütmedim, işimle meşgul oldum...
Hiçbir zaman hiç kimseyi mahkemelerde de süründürmedim… Oraya buraya mektuplar yazıp aman dilenmedim…
Ve yine hiçbir zaman hiçbir şey yapmadan “her şeyi yapan benim” diyen zevzeklere de katlanamadım...
Hiçbir zaman etrafımda ki terbiyesizliğe yüz vermedim...
Ancak yanlışlarım olduğunda; başkaları gibi haksızlığımı da örtbas etmedim… O durumlarda muhatabımdan hiç eziklik duymadan derhal özrümü diledim...
Hiçbir zaman kimseye iftira atmadım...
Hiçbir zaman dostlarımı satmadım…
Hiçbir zaman çıkarlarıma yenilmedim…
Hiçbir zaman olduğumdan büyük, değerli veya mühimmiş gibi görülmeye çalışmadım…
Yani iddia edildiği gibi 35 kişisel sergi değil, 23 kişisel sergi açtım. Ve de yine iddia edildiği bibi hiçbir zaman bir karikatürümü öteki sergime taşımadım. Ve de 35 karikatür değil binlerce karikatür çizdim…
Hiçbir zaman ucuz polemiklerin popülist şovmeni olmadım…
Hiçbir zaman insan onurunu incitecek seviyesizliğe tevessül etmedim…
Hiçbir zaman doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterme maharetinde bulunmadım...
Ancak hiçbir zaman “yanlış yapmadım” da demedim…
Hiçbir zaman yalnızlığı terk edilmişlik olarak görmedim... Tam aksine doğru bildiğim yolda yalnız yürümekten gurur duydum…

Arşivim düşmanlarımın sır ve zaaflarıyla dolu olsa da; kişiliğim hiçbir zaman onları deşifre etmeme izin vermedi.
Hiçbir zaman makam ve  mevkii düşkünü olmadım… Çoklarına göre zor, hatta imkansız sayılacak nice makamlardan  mahkeme kadıya mülk değildir” anlayışıyla bir çırpıda ayrılıverdim...
Hiçbir zaman yaptıklarımı anlatma konusunda becerikli olmayı denemedim… Lakin yapamadıklarımı yapabilme çabası içinde oldum…

İkiyüzlü, çıkarcı, muhteris zavallı yalakalar hariç; hiçbir kimseyi küçümsemedim...  Dostlarımın daima benden daha akıllı ve mahir insanlardan oluşmasına büyük önem verdim...

Düşmanım da olsa eleştirilere refleksle cevap vermedim... Varsa tüm doğrulardan istifade ettim...
Davet edilmediğim hiçbir sofraya oturmadım… Sonra da “hesabı kim ödeyecek?” Demedim...



8 Temmuz 2011


KORKUYORUM!..

Harun Yavruoğlu

Tarih: 24.05.2008                                                                                     

Nerede bir yetim çocuk görsem gözleri yaşlı, korkuyorum.
Bir ihtiyar, bir sakat, bir mağdur insan görsem, yine korkuyorum.
“İyi adamdır veya kötü insandır.”  dediğimde yanılacağımdan da korkuyorum.

Ülkemin başına bir haller gelecektir düşüncesinden, kardeş kavgasından, dostun unutmasından, atı alanın Üsküdar’ı geçmesinden korkuyorum.

Üzümü yiyip bağını sormayanlardan, haramdan doymayanlardan korkuyorum.Hak edilmemiş kahramanlıklardan, alçakça zaferlerden korkuyorum.

Korkuyorum. Ekolojik dengelerin bir daha düzelemeyecek olmasından, hasretlerin kaybolmasından, doğru konuşmanın safdillilik sayılmasından korkuyorum.

Allah’tan korkmayandan, kuldan utanmayandan, sürekli ötekinde ayıp arayandan, komşusunu karalayandan,  dedikodudan şifa umanda da korkuyorum.

Saygısızlıkları özgürlük sayanlardan, gelenekten hoşlanmayanlardan, dilini kullanmayanlardan, parayla pulla konuşanlardan, aşkı küçümseyenlerden, maddeyi aşırı önemseyenlerden korkuyorum.

Sanata ilgi duymayanlardan, sanatçıya değer vermeyenlerden, ilmi irfanı görmeyenlerden korkuyorum.

Ağacı kesen, çiçeği koparan, zayıfı ezen, çevreyi kirletenlerden de korkuyorum.Sevgisini göstermeyen, hataları affetmeyen, sevginin hoşgörü olduğunu bilmeyenden de korkuyorum.

Şaha şıha tapanlardan, boşa atıp tutanlardan, “Allah’la aldatanlardan” korkuyorum.Ağlayana gülenlerden, menfaatine ölenlerden,
İktidarlardan, iftiralardan, ihtiraslardan korkuyorum.

Cahile galip gelmekten, sudan bahanelerden, şahtan ve şahanelerden korkuyorum.Kraldan, kralcılardan, katlanılmaz acılardan, göstermelik hacılardan korkuyorum.

Körlerden değil, görgüsüzlerden, münafıkların münasip görülmesinden, kardeşin kardeşe çorap örmesinden korkuyorum.

Liyakatsiz yetkiliden,  yetkili makama etkili kişiliksizden korkuyorum.
İhya eden ihalelerden, ihalelerin uyduruk şartnamelerinden, ödlek bürokratın yalakalığından, yalanların yakası açılmamışlarından korkuyorum. Ama ölmekten korkmuyorum...

7 Mayıs 2011

USAme!!!

Harun Yavruoğlu
USAme !!!
Ve Usame’yi vurmuşlar !
Kim vurdu?
Dünyanın eşkıya başı vurdu.
Irak’ı vuranlar.
Afganistan’ı, acılaristan’a çevirenler.
İslam’ın mabetlerine, camilerine cebren ve hile ile girenler.
Müslüman halka görülmemiş insanlık dışı eziyetleri edenler vurdu.
Usame’yi;

Irak’ın yer altı kaynaklarını ham hum edenler vurdu.

Saddam’ın Önce Kuveyt’e girmesini sağlayanlar

ve sonra “çık oradan”deyip aşağılayanlar,

Irak’ta sözde İsrail’i tehdit eden “nükleer füzeler var”

yalanını uydurarak işgale bahane bulanlar vurdu…

Irak lideri Saddam’ı terörist ilan edenler,
Irak’ı, İran rejimini yerle bir etsin diye silahlarla donatanlar,
Libya’yı vuranlar…
Halkları; birbirinden bin bir fesatla ayıranlar,
sonra da diledikleri gibi buyuranlar ,
Tunus’ta, mısırda iktidarı devirenler,
Yemende,
Suriye’de fesat çıkaranlar vurdu Usame’yi.

***
PKK’yı icat edenler,
Kürd'ü Türk'e düşman etme uğraşında olanlar,
Usame’yi; USAme yapanlar, vurdu Usame’yi…

Onu Ruslar'a karşı silahlandıranlar.
Terör konusunda eğitenler.
” Biz de mi lolo!”
diyerek, ikiz kulelerin intikamı(!) için vurdular Usame’yi.

Usame’yi vurdular.
O halde yapacakları yeni işgaller için farklı bahaneler buldular…!

Vurdular.
Üstelik silahsızken vurdular.
On milyonlarca Müslüman’ın yaşadığı bir ülkede,
babalarının çiftliği gibi gidip vurdular.

Adalet, demokrasi ve insan haklarından bahsedenler vurdular.
“Apo’yu öldürmeyin; besleyin”,
İstirahatgâhında “yeri dar” diyenler ,”Havyar da, yar da, verin”
Diyenler.

Ve dahası bir buçuk milyar Müslüman’a dünyayı zehir edenler vurdular…

İslam peygamberine sövenler.
Kur'anı yakanlar.
Fesat çıkaranlar.
Hilebaz ve ödlek mahlûklar.

Yıllarca amaçlarına hizmet etmiş
USAME’yi vurdular.
O halde yapacakları yeni işgaller için
belli ki, başka bahaneler buldular…!


5 Nisan 2011

ÇOCUKLAR İNTİKAMINI ALIR



Harun Yavruoğlu
info@takagazete.com

Tarih: 02.04.2011

Bir tarafta iki bayram şekeri için tecavüz edilip
hunharca öldürülen masum ötesi çocuklar…
Bir tarafta bağrı yanan aileler…
Ve öfkenin infiale dönüştüğü gösteriler…
Diğer tarafta;
Cezaevinin bir kapısından girip öbür kapısından küstahça çıkıp
aramıza hatta kanımıza karışan sapık katiller…

Bir tarafta sermayenin şımarttığı görgüsüz zuppeler,
Gece küplerinde sabahlara kadar,
sözde aşk meşk fırlatmalıkları…

Bir tarafta; “yandım, bittim, eridim…” Mavallından sonra baş göz olmalar…
Ardından baş göz yarmalar…
Ortada kalan yavrular…
Yine kesilip doğranan ve
çöplere fırlatılan geleceğimiz olan o zavallı çocuklar...

Ne yazık ki cehaletin esiri olmuş bu ailelerde fiili tavır ve
hareketleri örnek alınacak olumlu kimseler bulunmamaktadır.
Örnek alınanlar ise, gelecek adına değil,
günümüz için bile endişe doğuracak mahiyettedir.

Yakınılan bugünlere sürekli rüzgâr ekilerek gelinmiştir.
Şimdi kaçınılmaz olarak fırtına biçilecektir.

Yaşananlar münferit olaylar değildir.
Sürekli tanık olunan yüz kızartıcı hadiselerdir.
Bu manevi değerlerin yerle bir olmasıdır.
Bu; Türk aile sisteminin kanlı cehaletin yarattığı depremler neticesinde çökmesi ve ardından oluşan irinli tsunamide boğulmasıdır.
Bu durum Türkiye için iç ve dış tehditlerin en karşı konulmazı ve en vahimidir.

Evet, bayram diye
Türk örf ve adetlerinde yeri var diye,
büyüklerinin elini öpmeye giden çocuklarımız yaşındaki çocuklara
Sözde büyük denilen canilerin reva gördüğü o alçaklıklardan sonra

gel de şimdi göreceğin bir sevimli çocuğu sev bakalım..
Hadi bir dokun bakalım...
Sana ürkek ürkek bakmasından utanmadan...

Eskiden bir delinin 7 köye zararı vardı.
Şimdi, bu iletişim çağında bir sapığın, bir utanmazın değil yedi köye, yedi şehre
yedi düvele zararı olmaktadır.

Artık hangi aklı başında aile;
 “amcalığın;”  sevgi ve şefkat olduğunu çocuğuna öğütler.
Ve hangi çocuk ve genç; “amcadır” diye otobüste, trende, metroda… Yaşlı ve
büyüklerine yer vermek ister.
Ve ‘büyüktür’ diye hürmette kusur etmekten korkar.
Geçin artık, bitti o işler…

19 Mart 2011

ERBAKAN’IN ARDINDAN - Harun Yavruoğlu

Tarih: 05.03.2011

Tatlı dilli ve espriliydi…
Kimseyi kolay kolay azarladığı, aşağıladığı görülmemiştir.
Türk siyasetinin hocasıydı…
Bilendi…
Öğretendi…
Ve de öngörendi o…
Hatta Kimine göre de evliyasıydı siyasetin.
“Seni gidi seni…!”
ifadeleriyle muhatabının aklından geçen hınzırlıkları çok iyi bildiğini hissettirmekteydi.
Öyle birkaç numunelik öfkeleri de vardır elbet.
Mesela: “Hadi oradan… Hadi,hadi!” deyişi bir hoş seda oldu artık.
Bir başka ifadesinde Erbakan oldukça ağır konuşmuş ve:
“Bize oy vermeyenler patates dinindendir.”
Ya da “Kanlı mı olacak, kansız mı?” Demesi de onun
keşke demesydilerindendir…
Lakin dedik ya o yine de Türk siyasetinin gülen yüzüydü.
Onun Türk siyasetine armağan ettiği o “Aziz ve muhterem kardeşlerim!”
Bir gen soru oylamasında İstemeyerek: “Kerhen evet!”
Derken; Demirel hükümetini düşürmek için “kadayıfın altının kızarmasını bekliyoruz”
İfadeleri siyasi, üslup olarak bana oldum olası sıcak gelmiştir.


Sözde attığı fabrika temellerini taksilerin bagajına koyup gezdirerek dalgasını geçen muhalifleri dahi onu kızdıramamıştır.
Karikatüristlerle iyi geçinirdi…
Olumlu olumsuz karikatürize edilmesine oldukça tahammüllüydü.
Ve reklamın iyisi kötüsü olmaz der, gülüp geçerdi.
Hatta bir keresinde belediye başkanlarıyla Ankara’da yaptığı toplantıda başkanların bulundukları illerde çizilen karikatürlerden bir sergi yapılmasını istemiş, bizim de o tarihlerde Trabzon Belediye Başkanı Asım Aykan’ın çizdiğim karikatürü söz konusu sergide yer almıştı.
Yalnızca mizahçıları değil, tüm basın mensuplarını çok önemserdi.
Zaman zaman hakkında haddi aşmalar olsa da o


Hiç bir zaman kimseleri mahkemelerde süründürmedi...
Erbakan kendi partisi dışındakileri:
Sizi gidi patı taklitçileri sizi…!”
Diyerek eleştirirken, batıyı da “Hıristiyan kulübü” olarak görmekteydi.
O milliyetçi değil, milli görüşü savunurdu.
Asla Türk kimliğini öne çıkarmamış,
“Ne mutlu Türküm diyene” andının doğru olmadığını savunur ve
“Sen ne mutlu Türküm diyene dersen, onlar da ne mutlu Kürdüm diyene der!” söz konusu andın ifadenin kışkırtıcı olduğunu vurgulardı.
42 yıl süren siyasi hayatı boyunca 5 parti kurdu.
Dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle bu partilerin 4’ü kapatıldı.
Lakin o dini mi siyasete, siyaseti mi dine alet ettiği tartışma konusudur.


Bu arada; kurduğu partiler kapatıldıkça bazı yakın arkadaşlarıyla yolları ayrıldı.
Ancak o yine de pes etmedi.
Sürekli olarak adeta kendi küllerinden doğdu…
Hoca Erbakan; sabreden derviş misali ülkesinde 42 yıla varan siyasi mücadelesinin ardından koalisyonla da olsa 11 ay süren bir başbakanlığı oldu.
Ve de ekonomik anlamda oldukça başarılı iken, İktidarı; kuşkucu askerlerin “balans ayarıyla” yıkılıvermiştir.
Erbakan sık sık “Siyonizm’in tehlikelerine vurgu yapar,


yüzde bir oy aldığında bile: “Biz dünyanın en büyük partisiyiz” demesi,
onun inandırıcılığına halel getirirdi.
1974 de Rahmetli Ecevit’le koalisyon hükümeti sırasında
Kıbrıs’ta Rumların Türklere saldırılarının ardından Türkiye “garantörlük anlaşmasından” doğan haklar neticesinde Kıbrıs’a asker çıkartmış,
Yunanistan’la ilk diplomatik diyalog için Başbakan Ecevit Davos’a Yunanistan Başbakanı Karamanlis ile görüşmeye gittiğinde; Meydanı boş bulan Erbakan Hoca Türkiye’de gazetecilere o yavaş ve latif cümleleriyle:
“İktidarımız süresince; yüz bin dank, yüz bin uçak yapacağız” demiş…”
Bu beyana biraz şaşıran ve de biraz kızan Ecevit’e:
“Bunlar temenni Sayın Ecevit… Temenni…” demiş.
Ayrıca önceki haftaki yazımda da bahsettiğim Başbakanlığı sırasında Kaddafi diktatörünün huzurunda uzun süre ayakta bekletilmesi, Erbakan’ı muhatap alarak Türkiye’yi aşağılaması ve de Erbakan’ın ona vermesi gereken cevabı nezaketi icabı vermemesi, Erbakan’ı Türkiye dönüşünde zor durumlarda bırakmıştır.
Erbakan’ı üzen, acıtan önemli bir konu da:
“Kayıp trilyon ve evrakta sahtecilik” davasından yargılanması ve 2-5 yıla mahkûm edilmesi olurken,
Hastane odasında ölümüne saatler kalana tek siyasetle alakadar olması, bazılarına göre koltuk sevdalısı olduğu şeklinde algılanmıştır...
Erbakan için söylenecek daha nice sözler vardır elbet.
Evet, o halkına ve devletine saygılı bir siyasetçiydi…
Sakin tabiatlıydı.
Takunyalıydı.
Olgun bir şahsiyetti.
Kalp kırmaz,
Afralanıp, tafralanmazdı…
Eleştiriler karşısında oldukça hoş görülüydü…
Ama o Başbakan da olsa Türkiye Cumhuriyeti tarafından
hiçbir zaman hoş görülmedi, hoş karşılanmadı.
Ta ki, ölene kadar.
Ruhu şad olsun…



harun YAVRUOĞLU

GÖZÜM GÖRMESİN
Tarih: 12.03.2011

Artık ülkemde; gazetecilerin, yazarların öldürüldüğünü,
Eften püften gerekçelerle zindanlara atıldığını gözüm görmesin.
Ömrü hayatı iktidar yalakalığı yapmaktan ibaret çıkarcı,
asalak, kralcı parazitleri gözüm görmesin
Sanat ve sanatçıları aşağılayan;
ülkesinin aydınlarını insan yerine koymayan zihniyet sahibi otoriterleri gözüm görmesin.
Sürekli olarak güçlünün haklıya galip getirildiği düzeni gözüm görmesin.
Trafik magandalarını;
Müşterisi olan yolcularına kaba söz ve tavırlar sergileyen sözde sürücüleri gözüm görmesin.
Halkına tutamayacağı vaatler veren yeteneksiz, ihtiras kurbanı siyasileri gözüm görmesin.
Komplocuları, özel hayatları irdeleyen şantajcı aşağılıkları gözüm görmesin.
Özellikle eşine çocuklarına şiddet uygulayan, bir yanı ödlek, bir yani vahşi
zorbaları gözüm görmesin
Taciz ve tecavüzcü ırz düşmanı alçakları, gözüm görmesin.
Zararlı alışkanlıklara bulaşmış çocukları, gençleri ve cümlesini gözüm görmesin.
Taraf tutan hakemleri…
Siyasi karar veren hâkimleri…
Hipokrat yeminine sadık kalmayan hekimleri… Gözüm görmesin.
Yaşlılarına kötü davranan vefasız evlatları gözüm görmesin.
Trafik kurallarına uymayan; olur olmaz korna çalan, yüksek volümlü
müzik dinleyen sürücüleri gözüm görmesin.
Sevincini silah kullanarak ifade eden zondaları gözüm görmesin.
Sokağını kirleten,
lambasını kıran,
Piknik amacıyla gittiği orman alanlarını çöplüğe çeviren

İmanı yarım duyarsız kimseleri gözüm görmesin…
Arabozanları, dedikoducu, fitneci hasta ruhluları, gözüm görmesin.
Doğruya doğru diyemeyen, yaptığı hatalara rağmen asla özür dilemeyen, özür dilemeyi alçalmak zanneden alçakları gözüm görmesin.
Demokrasinin kutsalı; Türkiye Büyük Millet Meclisindeki kavgaları gözüm görmesin.
Aşkın yenilgisini, nefretin gücünü gözüm görmesin.
Gözü yaşlı anneleri, ağlayan çocukları gözüm görmesin.
Hem suçlu hem de güçlü kim varsa gözüm görmesin.

Ve de “Duymadım…
İşitmedim…
Görmedim…”
Diyenleri gözüm görmesin…
NAYIR!



Harun Yavruoğlu
Tarih: 04.09.2010

Yaklaşık bir aylık aradan sonra yine birlikteyiz.
Birlikteyiz de Felaket bir sorguyla da karşı karşıyayız milletçe.
Evet mi?
Hayır mı?
Hani bir şarkı sözü vardır:
Evet mi?/ hayır mı?/Söyle bana nedir senin cevabın?
Ancak bu evet hayır kampanyası; o şarkı sözü zarifliğinde olmamaktadır.

Domdom Kurşunu Değdi

Domdom Kurşunu Değdi

Domdom Kurşunu değdi - Harun YAVRUOĞLU

1954 yılında Şanlıurfa`da doğdu. O yedi çocuklu kalabalık ve fakir bir ailenin çocuğuydu. Önce Adana`da, ardından Ankara`da çeşitli gazinolarda sahne aldı. Sesinin güzelliğini dinleyenler vasıtasıyla şöhreti dilden dile yayıldı.


Yetmişli yılların ortalarına doğru İstanbul’a geldi ve "Ayağında Kundura" ile Allah kendisine “yürü ya kulum dedi” ve 1977 yılında müzik dünyasına giriş yapan İbrahim Tatlıses; yürümekle kalmadı; Koştu… Koştu… Ve yine koştu…
Kısa bir sürede tüm Türkiye`ye, sesinin ne denli tatlı olduğunu duyurdu.
Ve ardından gelsin "Sabuha"…
Gelsin "Domdom Kurşunu"…
Gelsin "Bir Mumdur"…

İbrahim Tatlıses fakirlikle geçen gençliğinin ardından müzik sayesinde Türkiye’de şöhreti sarsılmaz oldu.
İbrahim Tatlıses çıkardığı kasetlerden sonra sinemaya da el attı...
Yaptığı her işte başarılı olmanın sırrını nasılsa öğrenmişti bir kere.
Ve artık ne yapsa başarılı oluyordu.
Çünkü o halkının biricik İbo`suydu artık.
Her kaseti satış rekoru kırıyor, filmleri en çok izlenen filmler arasında yer alıyordu.

Seksenli yıllarda tüm Avrupa ve Ortadoğu ülkeleri onunla tanıştı.
Yunanistan`dan
Suudi Arabistan`a,
Almanya`dan
Afganistan`a çok geniş bir coğrafyada, milyonlarca hayran edindi.
Kasetleri ve posterleri bazı ülkelerde milyonlarca satarken yurtiçinde ve yurtdışında sayısız ödülün sahibi oldu.
Seksenli yıllarda çıkardığı:
"Allah Allah",
"Kara Zindan" ve
"Fosforlu Cevriye’m" gibi albümlerinin satışı milyonları aştı.

Özellikle 80`li yıllardan sonra İbrahim Tatlıses daha da ünlenmiş, adeta imparator olmuştu.
Tatlıses Turizm,
Tatlıses Lahmacunculuk,
Tatlıses Radyo,
Tatlıses Tv
Tatlıses Otelleri… Gibi birçok şirket kuran türkücü müzikten kalan zamanlarda kurduğu şirketleriyle ilgilenmeyi tercih ediyordu...
İbrahim Tatlıses, seksenli ve doksanlı yıllar boyunca çevirdiği sinema filmleriyle de çok yönlü bir sanatçı olduğunu kanıtladı.

Sinemanın baştan sona her alanında yeteneklerini sergiledi.
Talk Show programları hazırladı, çeşitli sanatçıların video
görüntüleme yönetmenliğini yaptı.
İbrahim Tatlıses;Yönetmen,
İbrahim Tatlıses; oyuncu,
İbrahim Tatlıses; senarist,
İbrahim Tatlıses; söz yazarı,
İbrahim Tatlıses: besteci ve yorumcu…
İbrahim Tatlıses ;şirketler grubu;
İbrahim Tatlıses ;gıda sektöründe,
İbrahim Tatlıses ;film sektöründe,
İbrahim Tatlıses ;prodüksiyon sektöründe,
İbrahim Tatlıses ;turizm sektöründe,
İbrahim Tatlıses; havacılık ve yayıncılık sektöründe…
Ve de yaklaşık 2 bin çalışanına ekmek imkâncısı.
Dedim ya o bir imparatordu artık.

Tatlıses’in;
Şanlıurfa`dan bulunan eşinden 1 erkek ve 2 kız,
Sinema sanatçısı Perihan Savaş`tan bir kız ve
Bir zamanlar birlikte yaşadığı Derya Tuna`dan ise 1 erkek çocuğu bulunmaktadır.
İşte mağaradan maşallah denilecek bir şöhret ve zenginlik zirvesi yakalayan harika çocuk İbrahim Tatlıses’i
kıskançlık ve öfkenin tetiklediği bir avuç para için vurdular…
Her şeyi çok iyi başaran o, hiçbir zaman Kendini husumetlerin çekim merkezinden uzaklaştırmayı başaramadı.
Sıra dışı ünlendi,
Sıra dışı zenginleşti ama insan ilişkilerinde yeterli ölçüde başarılı olamadı.
Beklide feraseti yetmedi. Zira Urfa’da Oxford yoktu.

O madem zengindi, hatta imparatordu. Ve de acayip ünlüydü o zaman istediği gibi konuşmalıydı İbrahim Tatlıses.
“Allah belayin verecek!” gibi lüzumsuz basitliklere düştü…
Televizyon programlarında konuklarını rencide etmeler…
Hatta aşağılamalar…
Televizyonların canlı yayın programını basmalar, program yapan şahısı rezil, rüsvaya edip kovmalar…
Hayranı olan kız bir çocuğuna ağza alınmayacak küfürler…
Sevgilisi olacak kadınları ulu orta dövmeler.
Bir başkasını tehditler ve el alemle bitip tükenmeyen ağız dalaşları… Ve daha niceleri İbrahim Tatlıses’in günahlarıydı...
Lakin o ne yaparsa yapsın halkın gözünde kredisi bitmiyordu.

Çünkü o mağaranın sırça köşklere karşı zaferiydi o.
O, bu günkü sefillerin, çaresizlerin gelecekteki umuduydu...
Olmadı… Ona sıkılan kurşunlar, sevenlerine katlanılmaz acılar verdi.
Hastaneler doldu taştı..
Medya dünyası günlerce onun sağlık sorunlarını birinci haber yaptı.
Ve nihayet İbo sağlığına kavuşmaya başladı.
Ancak İbrahim Tatlıses bundan sonra “Allah’ım neydi günahım!” diye kendini esaslı bir şekilde hesaba çekmesini lazım.

Harun Yavruoğlu

15 Ocak 2011

U c u b e - harun Yavruoğlu


Adam Hindistan sokaklarında dolaşırken başına BUDA heykeli düşmüş."Başıma buda mı gelecekti" demiş. İşte bizimkisi o misal. Onca sorunlarımızın arasında Türkiye olarak son günlerde Başbakanın bir heykele “Ucube” demesini tartışmaktayız.
Heykel özgün bir bakış açısıyla meydana getirilmiş üç boyutlu formlardır ve daha çok insan, hayvan ya da nesnelerin heykelleri taş, ahşap, kil, balmumu, bronz ve tunç gibi malzemelerden yapılmaktadır.
Dünyanın çeşitli yerlerinde heykel ve heykelciklere rastlanmaktadır.
Bunlar ve diğer heykeller üzerinde yapılan incelemelerden;
heykellerin büyük bir kısmının çeşitli kavimler tarafından
İLAH OLARAK TAPINDIKLARI varlıkları tasvir ettiklerini,
bazılarının kral-kraliçe gibi hükümdar ailelerini, kahramanları ve
kahramanlık olaylarını,
bilim, sanat ve sporda meşhur olmuş kimseleri,
bir kısmının da çeşitli insan ve hayvanları tasvir ettikleri görülmektedir.