23 Aralık 2011

Harun Yavruoğlu makaleler


Mösyö Nicolas
Fransa denince:
Çağ değiştiren, kilisenin tahakkümüne karşı çıkan o meşhur
özgürlükçü Fransız ihtilalı gelir aklıma...
***
Fransa denince:
Moda gelir…
Paris gelir...
Eiffel kulesi gelir…
Victor Hugo:
“Sefiller” romanı ve “Tanrı” şiiri gelir aklıma…
***
Fransa denince aklıma:
Brigitte Bardot, 
Jean Paul Belmondo,
Alain Delon,
Fransız öpücüğü,
Last Tango In Paris gelir…
***
Fransa denince aklıma
Urfa gelir…
Sütçü imam ve
Ülkemi işgali gelir...
Ayetullah Humeyni, şimdiki İran gelir…
***
Fransa denince:
Ülkemin içişlerine sürekli karışan bozguncu Midderantlar…
Kışkırtılan Leyla Zana’lar…
Muhalif deyu kucak açılan Yılmaz Güney’ler…
Ahmet Kaya’lar gelir aklıma…
***
Fransa denince:
Ermenistan’ın akıl hocası ve de
siyasi ve silahlı kışkırtıcısı…
Öldürülen onca Türk büyükelçileri…
Kanlı Orly Havaalanı…
Kısacası münafığın Frenkçesi Fransa gelir aklıma…
***
Fransa denince:
Atalarım Osmanlıdan yardım dilenen Fransuva…
Cihan imparatoru Kanuni…
Türk Deniz kahramanı Barbaros Hayrettin Paşa
ve 1543 yılında zavallı Fransuva’nın, Tulon'da  kurtarılışı gelir aklıma…
***
İşte bu yüzden Fransa denince:
Vefasız bir millet…
Milletimi aşağılayan, çelmeleyen bir kıytırık medeniyet…
Ve her yanı oynak çikletçi bir Sarkozy gelir aklıma…
***
Oysa bu aziz ülkem:
Her daim sözde dost Fransa’yı rehber edinmişti.
Bu ülkenin:
Yontusunu…
Şiirini…
Plastik sanatlarını…
Balesini…
Orasını, burasını, operasını dahası her türlü sanatını sevmişti…
Kaşığını, bıçağını sevmişti...
Hatta dilini sevmiş okullarında zorunlu ders olarak da okutmuştu…
***
Bu muhasır olmaktan çok, muhasaracı medeniyet,
Bu sömürgeci, bu kibir budalası zihniyet,
Yaratılanı severim yaratandan ötürü” diyen bir milleti
 bir koltuk uğruna nasıl da utanmadan “katil” ilan edebilmektedir.
Pes doğrusu…